Seneler önce, Teke yarımadasında yapmış olduğum bir cross country  uçuşu esnasında, kuş uçmaz kervan geçmez bir yere inmek zorunda kaldım.

 

Ekipmanımı toparlarken nereden çıktığını anlayamadığım bir köylü yanıma geldi. Selam safhası sonrası, inişimi seyrettiğini ifade ederek, şimdi tekrar nasıl havalanacağımı sordu.

 

Yamaç paraşütünde bir güç kaynağı olmadığını söyledikten sonra, malzemeyi çantalayıp, sırtıma atacağımı ve sonrasında en yakın yola yürüyeceğimi anlattım. Önce 3 saat o beni taşıdı, şimdi ben onu kaç saat taşıyacağım bilemiyorum dedim.

 

Karşılık olarak bizim buralarda bir söz vardır dedi ve ekledi.

 

“Eşek eşeğin sırtını emanet kaşırmış.”

 

Kurumsal hayatta sıklıkla duyduğumuz “Networking” olayının Anadolu versiyonu açıklaması olduğunu düşündüğüm ifadeyi hafızama yazdıktan sonra, hoş bir sohbete devam ettiğimizi hatırlıyorum.

 

Uzun yıllar boyunca, diğer bireylere yaptığımız iyiliklerin, evrimsel anlamda bir karşılığının olmadığı düşünüldü. Ta ki Robert Trivers ‘Reciprocal Altruism’ kavramını ortaya atana kadar.

 

Görselde konseptin çalışma mantığını görmek mümkün.

 

Bir organizmanın evrimsel anlamda kendi şansını azaltma pahasına ve ilk planda bencilce gözükmeyen bir şekilde, diğer bir organizmanın şansını artıracak davranış sergilemesini, sonrasında benzer bir karşılık beklemesi olarak açıklayan teori.

 

Networking kavramının evrimsel biyoloji bakış açısıyla arka planını açıklıyor.

 

Robert Trivers’ın makalesini kaleme almasından ve networking olayının kurumsal arenada popüler olmasından çok önce; bizim Anadolu insanı farkına varıp, olayı özetleyen bir deyiş geliştirmiş.

 

 

 

 

Çarşamba, 12 Ocak 2022 11:52

NEDİR BU ASİMETRİ ?

Yazan

 

 

Rasyonel ve irrasyonel kelimeleri ile eş/benzer anlamlı kelimelere bakınırken, büyük bir asimetri olduğu dikkatimi çekti.

 

İrrasyonel için kırk iki (42) benzer sözcüğe rastladım. Bunları yazının içerisinde vermek veya görselleştirmek konusunda, yanlış anlamalara sebep olabileceği düşüncesiyle, ilk başta tam emin olamadım. Sonrasında risk almaya karar verdim.

 

Karşı tarafta yer alan rasyonel sözcüğü için bulabildiğim benzer sözcük sayısı sadece sekiz (8) adet.

 

“Akıllı-zeki-cin gibi-parlak zekalı-ileri zekalı-zehir gibi-kıvrak zekalı-akil”

Aslen asimetrinin sebebi merakımı celbetti. İlk aklıma gelen açıklama, kendimizi diğerlerinden daha akıllı ve hatasız görmemizin bir sonucu olabileceğiydi.

 

Sonuçta hep diğerleri irrasyonel davrandığı için, onların durumunu tanımlayacak daha fazla sıfata ihtiyaç vardı. Herkes için aynı kelimeleri kullanmak bazılarına haksızlık olurken, bazıları için az kalabilirdi. Dolayısıyla daha ayrıntılı bir skalaya ihtiyaç duyuyor olabilirdik.

 

Başka bir sebep, başkaları için negatif tanımlamalar yapmanın, bizim daha zeki gözükmemize yarıyor olabileceğiydi. Bu konuda daha önceleri bir yerlerde bir şeylere rastladığımı hatırlayarak kısa bir araştırma yaptım.

 

1990’larda Teresa Amabile öncülüğünde yapılan bir akademik çalışmada, Harvard Business School öğrencilerine iki farklı kitap eleştirisi verilerek, eleştirmenin zekasını değerlendirmeleri isteniyor.

 

Aslen her iki eleştiri de aynı kişi tarafından kaleme alınmış. Fark ise, bilinçli olarak birinde negatif bir dil kullanılırken, diğerinde pozitif bir dil tercih edilmiş olması.

 

Denekler negatif yorumu kaleme alan eleştirmeni daha zeki, daha yetkin ve daha uzman olarak değerlendiriyor.

 

Sebebi ne olursa olsun, ilginç bir asimetri.

 

 

 

Çarşamba, 05 Ocak 2022 08:08

SESSİZ KANIT PROBLEMİ

Yazan

 

 

Tanrı tanımaz Diagoras'a, tanrılara dua eden ve sonrasında çıkan fırtınadan sağ kurtulmuş inananların resmedildiği tabletler gösterilir ve sorulur.

 

"Bu da mı gol değil Diagoras ? Dua ettikleri için kurtuldular."

 

Diagoras soruyla cevap verir.

 

"Dua ettikten sonra boğulmuş olanları resmeden tabletler nerede ?"

 

Hikaye bundan iki bin yıl önce yaşamış Cicero tarafından aktarılmış.

 

Fırtınadan kurtulamadıkları için hikayelerini anlatamayanlar aslen sessiz kanıt problemine vurgu yapıyor.

 

Survivorship bias ile benzerlikler içeren bir yanılgı türü.

 

"Çocuktur kirlenir...Tomo ile temizlenir...." reklam sloganını hatırlayanlar vardır. Reklamın hoşluğuna rağmen, slogan başından beri beni rahatsız etmiştir.

 

Reklamın ortaya çıkışının çok öncelerinden başlayarak; gerek berber muhabbetlerinde, gerek arkadaş sohbetlerinde gündeme gelen, hijyen-bağışıklık sorunsalına benzetmem ile alakalı sanırım bu rahatsızlık.

 

Hijyenin o kadar da gerekli olmadığını savunan grup, argümanlarını hijyene dikkat etme lüksü olmayan fakir ailelerin çocuklarının sağlıklı ve hastalıklara karşı dayanıklı oldukları savıyla gerekçelendirirler çoğunlukla. Hindistan'da yaşayan çocukların sağlıklı ve güçlü olduklarına kadar el arttıranlar çıkar ara ara.

 

Doğrudur, hijyen şansı olmayan çocukların da önemli bir kısmı hayatta kalır. Hikayelerini anlatamayanlar ise, sessiz kanıtlar olarak tarihte yerlerini alır.

 

Başkaca sessiz kanıtlar da vardır kanımca. Ancak ispat edecek verilere sahip değilim.

 

Bulundukları ortam sebebiyle sürekli hastalıklara maruz kalan çocukların, atlattıkları her hastalıktan kalan marazların toplamı sebebiyle, orta ve uzun vadede karşılaştıkları sağlık ve yaşam kalitesi sorunları gibi.

 

Kurumsal tarafa geldiğimizde ise, ara ara rastladığımız,

 

- "Başarılı olan insanların ortak özellikleri",

 

- "Nasıl Unicorn yaratılır? 10 başarılı Unicorn örneği üzerinden bir inceleme"

 

vb çalışmalarda görürüz sessiz kanıt problemini.

 

Başarılı olmuş Unicorn'larla aynı yeteneklere sahip olan, aynı aksiyonları alan, binlerce hatta onbinlerce parlak fikir, start up mezarlığında yerini almıştır.

 

Aynı şekilde, başarısız insan mezarlığında da; başarılı insanlarla aynı yeteneklere sahip, aynı davranış ve aksiyonları sergilemiş yüzbinlerce insan vardır.

 

Bunların hikayeleri rating almadığından, sessiz kanıtlar aleminde boşlukta savrulan daha önceki hikayelerin yanındaki yerlerini alırlar.

 

Kanseri nasıl yendim hikayecileri de sessiz kanıtlara ilişkin körlüğümüzden faydalanır.

 

Önerilen ruhsal/zihinsel reçeteyi uygulayan ve istatistiklere dahil olanlar, kitap yazamadıkları için seslerini duyuramaz.

 

Sessiz kanıtlar akademik ortam için de değer yaratabilir.

 

Akademik çalışmalar ancak anlamlı sonuçlar vermesi ve bazı dergiler için ilgi çekici bulunması durumunda yayınlanma şansı elde edebiliyor.

 

Herhangi bir alanda literatür taraması yapıldığında, sadece yayınlanmış deney ve çalışmalara ulaşılabiliyor.

 

Yayınlanmış çalışmaların 1.000, belki 10.000 katı kadar araştırma, yayınlanmamış akademik çalışmalar/deneyler sessiz evrenine göç ediyor.

 

Oysa başarısız deney ve denemelerden de öğrenecek çok şeyimiz var.

 

Yeni bir girişim fikri olarak buraya bırakmış olayım. Başarısız/yayınlanmamış akademik çalışmalar veritabanı.

 

Kriminal profilleme kavramı suç ve suçlu takibi için kullanılan, Hollywood filmlerinden aşina olduğumuz bir kavram.

  

Filmlerde işe yarayan ve seyretmesi keyifli bir süreç olan bu kavram da sessiz kanıt problemi barındırır.

 

Profilleme ile ancak başarısız ve enselenmiş suçlular için davranış tarzı ile kişilik özellikleri eşleştirmesi yapabilirsiniz.

 

Başarılı suçluların davranış tarzları, yöntemleri ve kişilik özellikleri; ya kendileri ile birlikte mezara gidecek, ya da usta çırak ilişkisi ile bir sonraki nesile aktarılacaktır. Kurgu olduğu düşünülen suç romanları ile kanıt olarak kalıcılık kazanması da mümkün.

 

Başka bir ifade ile, kriminal profilleme sadece başarısız suçluları yakalamada işe yarayan bir yöntem gibi duruyor.

 

Başarı/başarısızlık alanının ne olduğu ve büyüklüğü değerlendirmede önemli. Rastlantısallık her alanda eşit etkiye sahip değil.

 

Rastlantısallığa pozitif taraftan bakarsak şans faktörü, negatif taraftan bakarsak risk faktörü olarak değerlendiriyoruz.

 

Çok büyük başarılar büyük rastlantısallığın bulunduğu alanlarda hayat bulabiliyor.

 

 

Elon Musk ve Steve Jobs dişçi olsalar, yeteneklerini ve başarıya ilişkin yöntemlerini dişçilik alanında sergileseler, isimlerini duyma ihtimalimiz olmazdı sanırım.

 

 

Pazar, 02 Ocak 2022 10:57

SENİN HİKAYEN – DERLEME MAKİNASI

Yazan

 

Beyin karşılaştırma, derleme ve hikayeleştirme makinasıdır.

Önceki derlemeleriyle eşleştirme yapmaya meyillidir. Her yeni durumu objektif olarak tüm detaylar ile analiz etmez. Önceki tecrübelerinden oluşturduğu hikayelere uydurmaya çalışır.

Çoğunlukla bu hikayelere uydurmak için gerçeği çarpıtır. Duygular bu uydurma sürecinin sosudur. Nadiren eski hikayeleri yeni bilgilerle günceller. Bu güncellemeler majör değildir. Daha çok resmi ayrıntılandırmak ve renklendirmek benzeri güncellemelerdir.

Ana hikayenin (benlik, bilinç, değerler bütünü) değişmesi çok zordur. Yaşın ilerlemesi ile neredeyse imkansızlaşır.

Yeni karşılaştığı olaydaki objeleri çocukluktan itibaren beyninde oluşturmuş olduğu prototiplerle ( Örneğin, otomobil, masa, ağaç, nehir vb) karşılaştırıp, eşleştirmeye çalışır.

Olayın aktörlerini ise sterotiplere uydurmaya çalışır. (Örneğin, gavur, muhafazakar, mütedeyyin, vatansever, hain, z kuşağı, yobaz ihtiyar, marjinal genç vb). İyilerin ve kötülerin tanımı bellidir. Tüm aktörler bu iki ana gruptan birisine dahil edilir. Bu gruplara dahil edilmeyenler etkisiz eleman grubunda yer alır.

Aslen beynin bu çalışma tarzı o kadar da kötü değildir. İnsan beynine hız ve saklama/geri çağırma kapasitesi ile ilgili avantaj sağlar.

Diğer taraftan, gerçekle örtüşmeyen yargılarımızın ve hatalı kararlarımızın bir kısmı bu çalışma şeklinin olumsuz yan etkileri arasındadır.

Bu yapıdan haberdar olmak, rasyonel düşünme yolunda atılacak önemli bir adımdır.

Süreç otomatik olduğundan, farkındalık tek başına yeterli değildir.  Olası olumsuz yan etkilerinden kaçınmak ek bir çaba ve pratik yapmayı gerektirir.

Rasyonel düşünme sadece başkalarının anlattığı hikayelere karşı değil, kendi beynimizin hikayeleştirme eğilimine karşı da uyanık olmayı gerektiriyor bir anlamda.

 

 

-“Bizde öyle bir bilgi yok…”

 

-“Hiç mi yok ?”

 

-“Yok…. Biraz var…”

 

‘Varlığına ilişkin kanıt olmamasının, yokluğun kanıtı olduğu’ çıkarımı olarak ifade edilebilecek bir safsata/yanılgı türü.

 

Onbeşinci yüzyıl Avrupasında;

 

I.           “Bugüne kadar Atlas Okyanusunda batıya doğru yaptığımız seyirlerde, bilinen birkaç ada dışında herhangi bir büyük kara parçasına rastlamadık.”

 

şeklinde açıklamalar yapıldığını düşünün. İnsanlar bir süre sonra bunu;

 

II.         “Atlas Okyanusunun batısında herhangi bir kara parçası olmadığı kanıtlandı.”

 

olarak hatırlayacaklardır.

 

İnsan beyni yukarıdaki iki ifadenin birbirinden farklı olmadığını düşünmeye meyillidir.

 

Aslen bunun da üzerinde bir hatalı akıl yürütme biçimi, Round Trip Fallacy.

 

Örneğin batı ülkelerinde şöyle bir çıkarım söz konusu.

 

I.           ‘Neredeyse teröristlerin tamamı Müslümandır.’

 

II.         ‘Neredeyse bütün Müslümanlar teröristtir’

 

Batı ülkelerinin yaşadığı/algıladığı terör olayları için birinci ifade doğru olabilir. Ancak, bir süre sonra insanlar ikinci ifadeyi ilki yerine kullanmaya meyil gösterirler. İkisi arasında çok büyük farklılık bulunmasına rağmen.

 

Benzer bir hatalı akıl yürütme biçiminin, İBB ile ilgili müfettiş soruşturmasının gerekçesinde olması kuvvetle muhtemel.

 

Bu hatalı akıl yürütme biçimi için diğer bazı örnekler.

 

“Ben X partililerin büyük çoğunluğu aptaldır demedim. Ama aptalların büyük çoğunluğu X partili…”

 

“Ben size başarı her zaman yetenek/beceri ile ilgili değildir dedim. Siz başarı şanstır dediğimi ima ediyorsunuz.”

 

Not : Örneklerin bir kısmı, Nassim Taleb’in Siyah Kuğu kitabından alınmıştır.

Cuma, 24 Aralık 2021 08:33

BAŞKALARI ADINA KARAR ALANLAR

Yazan

 

 

Sadece bizi etkileyen kararlar dışında, başkalarını etkileyen kararlar almamız da söz konusu.

 

Liderler/yöneticiler, meslek profesyonelleri, politikacılar vb konumda yer alanlar sıklıkla başkalarını ilgilendiren kararlar vermek durumunda kalırlar.

 

Görselde, bir tıp hekiminin hastası ile ilgili vereceği karara ilişkin bazı detayları sıraladım.

 

Örnek durumda tedavi için üç farklı ilaç alternatifi mevcut. Başarı şansı % 95 ile en yüksek ilaç 1 no’lu alternatif.

 

Karar sonucundan faydalanacak hasta açısından düşünüldüğünde hekimin 1 no’lu ilaç yönünde karar vermesi gerekir.

 

Diğer taraftan ilacın ödemesini yapacak olan sigorta şirketi 1 no’lu ilacı ödememektedir. Kalan iki seçenekten, % 85 başarı şansı ile daha iyi olanı 2 no’lu ilaçtır.

 

Yine hasta açısından düşünüldüğünde, hekimin 2 no’lu ilacı reçete etmesi beklenir.

 

Ancak, 3 no’lu ilacın pazarlamasını yapan şirket, ilacı reçete eden hekimlere hoş promosyonlar sağlamaktadır. 2 no’lu ilaç için herhangi bir promosyon söz konusu değildir.

 

Sizce hekim hangi ilaç ile ilgili karar alacaktır ?

 

Alınan kararlarla ilgili 3 tarafın varlığından bahsedilebilir.

 

1)  Karardan faydalanan/ürünü kullanacak olan

2)  Karar alan

3)  Kararın bedelini ödeyen/kararı onaylayan

 

Bu üç tarafın tek kişi olduğu durumlarda karar mekanizması nispeten basit olarak değerlendirilebilir.

 

Zaman zaman bu 3 tarafın 2 farklı kişi, örnektekine benzer bazı durumlarda ise 3 farklı kişi/grup olması söz konusu olabilmektedir.

 

Kurumsal eğitim kararlarında da benzer bir durumdan bahsedilebilir.

 

1)  Ürünü Kullanacak Olan : Eğitime Katılacak Kurum Personeli

2)  Karar Veren : Eğitim/İnsan Kaynakları Profesyoneli

3)  Onay Veren/Ödeyen : Üst Yönetim

 

Kararların başarısı, ürünü kullanacak olan tarafın faydasının öncelik olarak belirlenmesi ile doğru orantılıdır.

 

Politik karar alıcı aktörler için de benzer bir durumdan bahsetmek mümkündür.

 

Ülkemizde alınan politik kararları, karardan faydalanacak grubun mu (halk), yoksa kararı veren grubun mu (politikacılar) çıkarlarının gözetildiğine bakarak yorumlamak mümkündür.  

 

 

 

 

‘Dunning-Kruger Sendromu’ artık popülerliğini kaybetmesine rağmen, yeni denk gelenler için bir “AHHAAA….” anı yaratması sebebiyle ara ara tekrar paylaşımlarını görüyor olmamız olası.

 

Paylaşanlar olarak doğaldır ki, x ekseninde sağ tarafta bir yerlerde değerlendiriyoruz kendimizi.

 

Peki, Dunning-Kruger eğrisinde değişim yaratmak  mümkün mü ? Çok sayıda insanın ‘Metacognition’ kavramı hakkında bilgi sahibi olması halinde olası gözüküyor.

 

Metacognition, kavramın mucidi John H. Flavell tarafından; kişinin kendi bilişsel süreçleri hakkında bilgi sahibi olması ve bu bilgiyi kendi bilişsel süreçlerini kontrol etmek için kullanması olarak tanımlanmış.

 

Bir anlamda kişinin ne bildiğinin ve ne bilmediğinin bilincinde olması.

 

Ek olarak, bilmeyle ve öğrenmeyle ilgili kendi sınırlarının ve potansiyelinin farkındalığı.

 

Veriyi anlamlandırma ve bilgiyi hafızadan geri çağırma konusunda kendi kişisel özelliklerini ve tercihlerini belirleyebilmesi.

 

Örneğin, sürekli erteleme sorunundan muzdarip bir kimse, erteleme davranışının arka planındaki düşünsel süreçlerinin farkına varabilirse, bu sorunun üstesinden gelme konusunda etkili yöntemler geliştirebilir.

 

Öğrenme sürecinizin arka planında vuku bulan düşünsel süreçler ile ilgili farkındalık sahibi olabilirseniz, etkin öğrenme önünde engel oluşturan düşünsel süreçleri yönlendirmek veya daha etkili düşünsel süreçlere odaklanmak mümkün olabilir.

 

Kendi düşünsel süreçlerimizi bilmek, problem çözme, karar alma, yaratıcı fikir geliştirme benzeri farklı alanlarda zorlukla karşılaştığımızda; analitik düşünme, hızlı karar alma, sezgisel düşünme, yaratıcı düşünme, stratejik düşünme ve rasyonel düşünme modlarından uygun olan birisine geçiş yapacak şekilde düşünsel süreçlerimizi düzenleme imkanı sağlayabilir.  

 

 

 

 

 

Etnik, cinsiyet, cinsel tercih ve dini inanç merkezli ayrımcılıklara ek olarak gül gibi yeni bir ayrımcılık çeşidi yeşeriyor. Genç/yaşlı ayrımcılığı.

 

İşe alım uygulamalarında yaşanan örneklerini son dönemde konu ile ilgili Linkedin paylaşımlarının artan sıklığından görebiliyoruz.

 

Geçen denk geldiğim bir işe alım paylaşımında, paylaşım sahibi tarafından açık ve net ortaya koyuluyordu.

 

Start up kurucusu genç girişimcimiz, yaşlı amcaların start up eko sistemine iş başvurusunda bulunmasını garip/uygunsuz olarak değerlendiriyordu.

 

Üzerine bugün ülkenin geldiği durumun sorumlusunun yaşlı insanlar olduğunu dillendiriyordu.

 

Teknik/mantık olarak yanlış değil. Bugünün gençlerinin geçmişte yapılanların sorumlusu görmek mantığa ters. Doğal olarak bugün olumsuz bir resim varsa, bunun kısmen sorumlusu yaptıkları veya yapmadıkları ile bugün yaşlı grubundaki insanlar.

 

Diğer taraftan, bu insanlar geçmişte yaşlı değillerdi. Kendi gençlik dönemlerinde bugünün gençleri gibi onlar da durumu beğenmeyip, kendinden önceki nesilleri yeterince iyi performans göstermedikleri için suçluyorlardı. Örtük veya alenen.

 

20-30 sene sonra yeni gelen nesil bugünün gençlerini suçlayacak ve beğenmeyecek.

 

Z kuşağı güzellemelerinin de mevcut durumu pompalama yönünde etkileri olduğunu düşünüyorum.

 

Bu beğenmeme durumu, yeni gelen neslin bir öncekinden daha iyi olduğunun veya olacağının garantisi değil. Neslin iyi olup olmaması ise, ortaya nasıl bir sonuç çıkacağının tek belirleyicisi değil.

 

Ek olarak, her neslin içerisinde vasatlara ek olarak, iyi ve çok iyiler oldu ve olacak.

 

İyi bir girişimci, kafasındaki kalıplardan, sterotiplerden ve önyargılardan kurtularak; potansiyel insan kaynağı içerisinden en nitelikli/uygun olanları seçebilen ve onları vizyonu doğrultusunda çalışmaya ikna edebilendir.

 

‘Unconscious Bias’, bir kişinin ait olduğu grup sebebiyle, sahip olmadığı özelliklerin varmış gibi değerlendirilmesi ve/veya sahip oldukları özelliklerin göz ardı edilmesi şeklinde ortaya çıkan bir düşünsel yanılgı.

 

Adından anlaşılabileceği üzere çoğunlukla otomatik ve farkında olmadan ortaya çıkan bir durum. Sterotipler bu yanılgının temel kaynağı.

 

Aslen sterotipler işimizi kolaylaştıran sosyal kısa yollar. Sosyal çevremiz ile ilgili fazla zihinsel efor sarf etmeden hızlı bir şekilde karar almamıza yarıyor.

 

Diğer taraftan, önyargıların ve ayrımcılığın temeli de burada atılıyor.

 

Kontrol ihtiyacı duyanların, yeterli zihinsel kapasiteye sahip olmayanların ve sosyal çevresiyle ilgili kararlar alırken zihinsel kapasitesini başka alanlarda kullanmak zorunda kalanların sterotiplere daha fazla başvurduğu gözlemlenmiş.

 

Unconscious bias, grup içi ve dışında farklı çalışıyor. Diğer grup üyelerinin birbirlerine benzer tek tip özellikler taşıdıklarını, kendi grubundaki bireylerin ise daha çeşitli ve özgün özellikleri olduğunu kabul ediyor. Diğerleri ile kendi grubu arasındaki farklılıkların abartılması da bir diğer gözlemlenen durum.