Kişisel gelişimci anayasasının, değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez maddelerinden biri konfor alanı.
Kişisel gelişimciliğe ve/veya koçluğa soyunanların ilk Linkedin paylaşımlarının konusu.
Özünde kişilerin risk alması için ajitasyon ve gaz verme.
Sorumluluk almadan, başkasının hayatı/kariyeri üzerine kumar oynaması için akıl vermenin; cilalanmış, bilimsel/teknik jargon sosu eklenmiş hali.
İlginç olan, bir kişiye kumar oyna tavsiyesi verdiğinizde kötü adam damgası yemeği kabul ederken; konfor alanından çık dediğinizde bilge adam muamelesi bekliyor olmanız.
Son dönemde yeniden Linkedin döngüsüne sokuldu. Ya da Linkedin algoritması benim ilgileneceğimi düşünüyor bu aralar.
Konfor alanından çıkmadan gelişme olmayacağı gibi iddialı önermeler eşliğinde dönüyor Linkedin akışımda.
Aslen yanlış bir önerme. Gelişim her zaman riskin bir fonksiyonu değildir. Başka bir ifade ile, gelişimin sürecin doğal bir parçası olduğu, risk almaya gerek olmayan birçok durum söz konusudur.
Gelişim hedefleri, içinde bulundukları sürecin kendilerine risk almadan sunacağı gelişimle uyumlu çok sayıda insan olduğunu göz ardı etmektedir.
Bir diğer yanılgı, herkesin gelişim istediği/isteyeceği önyargısıdır. Kişisel hedef ve beklentisi belirsizlikten ve değişimden uzak bir hayat olan insanlar olamayacağı varsayımı aşırı genelleme içermektedir.
Gelelim daha fazlasını isteyen ve bunun için bedel ödemeye hazır olanlara. Risk-Ödül hesabı her zaman sıkıntılı bir konu olmuştur. Sıkıntı, bir tarafta kayıp/kazanç için olasılık tayininin zorluğu, diğer tarafta kayıp ve kazancın göreceli oluşu ile ilgilidir.
Finansal konularda parasal tutarlarla ifade edilen kayıp ve kazançlar bile göreceli iken; kişilerin kariyer ve/veya hayatına ilişkin kayıp ve kazançlarla ilgili risk analizi yapabilmek çok zor ve kişisel bir konudur.
Bu zorluğa rağmen, risk alacaklara önerim, kayıp/kazanç profili asimetrik ve kazanç lehinde avantajlı riskler almaları yönünde olur.
Yani, olumsuz senaryo gerçekleştiğinde sizi çok olumsuz etkilemeyecek, ancak olumlu senaryoda hayatınıza büyük kazanımlar sağlayabilecek riskler alın. Görseldeki turuncu eğri benzeri.
Zeki mi, şanslı mı yoksa çalışkan mı olmayı tercih ederdiniz ?
Yetenek, kısmet, çaba ? Başarı yolunda hangisi daha önemli ?
Tomas Chamorro-Premuzic, 2021 yılında Forbes dergisinde yayınlanan makalesinde, çok sayıda çalışmayı derleyerek konuya bilimsel bir açıklama getirmeye çalışıyor.
Chamorro-Premuzic'in ifadelerinden özet olarak;
Zeka/Kariyer Başarısı : %15
Duygusal Zeka/Kariyer Başarısı : %9
Makalenin son üç cümlesi, mealen;
"Bilimsel kanıtların kabul edilebilir ölçüde basitleştirilmesi sonucu; önce şans, sonra yetenek ve sonra çaba geliyor. Başka bir deyişle, bir şey ne kadar kontrol edilebilir ise, o kadar az önemli. Yani, kontrol edemediğimiz şeyler üzerine kafa yormanın ve endişelenmenin pek bir anlamı yok."
Tomas Chamorro-Premuzic'in makalesinin linki :
Kendimizi kandırmak o kadar da kötü bir şey olmayabilir.
Başarı paradoksu buna bir örnek.
Başarıda şans faktörünün etkisini göz ardı etmenin, başarıya ulaşma olasılığını artırması olarak ifade edilebilecek bir durum.
Başarıda çok çalışma ve yetenek kadar, şansın da önemli bir etken olduğunu bilmek; daha fazla çalışmanızın, daha fazla denemenizin ve daha fazlasını talep etmenizin önünde büyük bir engel.
Şans faktörünün o kadar da önemli olmadığını düşünen grup içerisindeki şanslılardansanız; başarılı olduktan sonra başarıyı yeteneklerinizin ve çok çalışmanızın bir sonucu olarak görme eğiliminde olmanız oldukça büyük bir olasılık.
TEDx konuşmalarında, Linkedin'de, ödül törenlerinde ve bilimum fırsatta; yeteneklerinize, azminize ve çok çalışmanıza bolca vurgu yapabilirsiniz.
Bir diğer örnek ise özgüven paradoksu.
Gerçekte olduğunuzdan daha zeki, daha yetenekli ve daha güzel olduğunuza inanmak, başarılı olma olasılığınızı artırıyor.
Sadece daha fazlasını hakettiğinizi düşünerek; daha fazlasını talep etmenizin veya daha fazla çabalamanızın bir sonucu da değil bu olasılık artışı. İnsanlar özgüvenin gerçek ve sahtesini ayırmakta çok iyi değiller.
Derek Muller'in başarıda şansın rolü üzerine sunduğu bazı örnek ve kanıtları içeren video:
https://www.youtube.com/watch?v=3LopI4YeC4I
Başarının sırrı üzerine daha önce yapmış olduğum bir paylaşım:
https://etikedanismanlik.com/index.php/makaleler/item/192-basarinin-sirri
Başarıda raslantısallığın rolü üzerine diğer bir paylaşım:
https://etikedanismanlik.com/index.php/makaleler/item/83-sessiz-kanit-problemi
Dan Williams, organik alışveriş, toksik pozitiflik, komplo teoriciliği, doğaüstü hikayeler vb. tuhaf inançların açıklamasının, sosyal sinyal gönderme ihtiyacı ile ilgili olduğunu ifade ediyor.
Bu hipotezinin arka planını iki basit mantık dayanağı çerçevesinde açıklıyor.
İlk olarak, diğer insanların neye inandıklarını önemsediğimizden bahsediyor.
Hangi gruba sadık oldukları, hangi sosyal sınıfa ait oldukları, ılımlı ve işbirliği yapmaya müsait olup olmadıkları konusunda insanları yargılarken; doğrudan söylediklerinden çok, işaretler arayışında olduğumuza dem vuruyor.
İkinci olarak, diğerlerinin bizim hakkımızdaki yargılarını manipule ederek ciddi çıkar elde edebildiğimizi belirtiyor. Bu sebeple, manipulasyona yarayacak fikir ve inanç sinyallerini, bunlara gerçekte inanmasak da, sıklıkla kullandığımızı ekliyor. İşe yaradığını gördükçe de bu fikir ve inançları sahiplendiğimize dikkat çekiyor.
Bu çerçevede, işimize yarayacak, bizi sosyal olarak daha çekici kılacak, uyarlanabilir inançları benimsemeye, sürdürmeye ve onaylamaya motive olduğumuzu belirterek örnekler veriyor.
1. İnsanlar, grup üyeliklerini ve bağlılıklarını belirten kimlik tanımlayıcı inançları ve anlatıları benimserler - örneğin, İsa'nın kurtarıcıları olduğu; insanlık tarihinin sınıf mücadelesi tarihi olduğu; veya kabilelerinin, etnik gruplarının veya ulus devletlerinin kadim, asil kökleri olduğu.
2. İnsanlar, statülerini veya sosyal sınıflarını gösteren fikir ve görüşleri benimserler - örneğin, yerel bir çiftçi pazarından organik gıda satın almanın iyi olduğu veya kültürel seçkinler tarafından tüketilen medyadaki diğer trendler.
3. İnsanlar kendilerini hoş ve ulaşılabilir kılan mutlu inançları benimserler - örneğin, pozitif enerjiye sahip olurlarsa başlarına iyi şeyler geleceğine inandıkları toksik pozitiflik.
4. İnsanlar, kendilerini kuralcı ve işbirlikçi gösteren doğaüstü inançları onaylarlar - örneğin, kötü davranışları cezalandıran her şeyi bilen bir Tanrı'nın varlığı veya sosyal normları ihlal eden insanlara saldıran timsah benzeri bir ruhun varlığı.
5. İnsanlar, başkalarına sosyal manipülasyona karşı son derece dikkatli olduklarını göstermek için paranoyak, komplocu dünya görüşlerini benimserler - örneğin, görünürdeki tesadüflere anlamlar yükleyecekleri ve çok az kanıta dayanarak komplocu sonuçlara varacakları anlatı ve yorumlar gibi.
Gerçeklikten uzak, tuhaf fikir ve inanışlara sahip insanlarla dolu bir dünyada yaşıyoruz.
Komplo teoricileri, akışta kalanlar, yokuşta yorulmayanlar dört bir yanda.
Evrene mesaj gönderenler, kesenin ağzını açana el verenler, şifacı peygamberler aralarda saf tutuyor.
Buzzword'cular, trend hunter'lar, fashionable idea'cılar sosyal medyada ekmeğinin peşinde.
Havalı olduğu veya havalı göründüğü için belli fikir ve inanışları sahiplenen insanlar var. Modaya uygun kıyafet seçer gibi fikir ve inanış seçiyorlar.
"Bu fikir bana yakışır mı?"
"Bu şekilde düşünmek, konuşmak, yazmak şık mı?"
"Benim tarzıma uyuyor mu, benimle ilgili doğru mesajları iletiyor mu?"
Hepimiz fikir ve inanışlardan oluşan zihinsel modellere sahibiz.
İyi kararlar alabilmek ve hedeflerimize ulaşmak için; bu modellerin yeterince doğru veya yeterince az yanlış olmasına ihtiyacımız var.
Tek kriter gerçeklik değil bu arada. Hız, verimlilik, kendi içinde tutarlılık ve işlenebilirlik gibi başka kriterler de önemli, bu modeli oluştururken. Bu yüzden seçiciyiz fikir ve inanışları benimserken.
Akademisyen Dan Williams inanış ve fikirlerin sinyal gönderme işlevinin de önemli bir kriter olduğunu öne sürüyor bu süreçte.
Bazı fikir ve inanışları, dünyayı doğru bir şekilde modellemek için değil, ne tür insanlar olduğumuza dair sosyal sinyaller göndermek için onayladığımızdan bahsediyor.
Ultra sosyal varlıklar olarak, refahımızın ve başarımızın en büyük belirleyicisi genellikle başkalarının bizim hakkımızda ne düşündüğü. Hedeflediğimiz sosyal guruba kabul edilmek, saygı görmek ve statü elde etmek için elimizden geleni yapıyoruz.
Gurup üyelerince arzu edilen özelliklere işaret eden şeylere muazzam yatırımlar yapıyoruz.
Örneğin, finansal başarıya işaret eden ve bu yönde sinyaller veren lüks mallara deli paralar harcıyoruz.
Kabile dayanışmasına katıldığımıza işaret etmek için maliyetli ve bazen can sıkıcı gurup ritüellerine zaman ve kaynak ayırıyoruz.
Bu sosyal sinyal gönderme ihtiyacı, yaptığımız garip ve irrasyonel davranışların önemli bir kısmının arka planında yatan itici güç.
Ayrıca, insanların tuhaf fikir ve inanışlarının çoğunu da bu ihtiyaç yönlendiriyor.
Tamamen sinyal verme değeri için seçilen kıyafetler oldukça tuhaf olabildiği gibi, tamamen izlenim yönetimi amacıyla seçilen fikir ve inanışlar için de aynı şey geçerli.
Tuhaf fikir, görüş ve yargıların arka planında epistomolojik bir yapı yok bir anlamda. İmaj yönetimi ve sosyal sinyal gönderme amacı taşıyan bu tip tuhaf fikir ve inanışları kanıt göstererek değiştirmek mümkün gözükmüyor.
No... Your guess is wrong, not communism.
AI states it is.
Human kind have been organizing around different grouping stories through the ages.
You had to be better organized than other groups in order to reach more resources.
To exploit your group members and others, you need an inspiring and connecting story for big masses. It was religion sometimes. Enemy, looting, life style myths and etc. on other times.
In each and every case, you need more people believing that story. Because, you need more people to produce and more people to fight, at the end.
Story was the "Nation Idea" for last 2-3 centuries.
USA added some more above it. "Land of Opportunity".
Actually, one level down in capitalist nation states, big corporations is the organization type which make it possible to exploit human masses, both in-group and out, in favor of privileged minority.
But it is coming to an end. AI revolution is the reason behind it.
With all capable AI's, there will be no need for big human masses, other than AI people.
AI will produce everything, including the production machines and army units as well.
So, privileged minority, who will invest in AI, will need less people, who will develop, execute and control AI systems.
Most probably, there is going to be competing AI systems in the future world, not only one centralized AI. Competition will be on world resources, very likely.
So, be prepeared for AI States which is governed by AI people.
P.S. You can reach corrected and improved version (by chatgpt) of this text from the link below.
https://chatgpt.com/share/e416d131-c8fd-4379-b6f4-a05cd0892c31
Bugün kaloriye ulaşmak kolay. O yüzden obezite bu kadar yaygın.
Sahip olduğumuz beden kaloriye zor ulaşılan bir çevrede evrimleşmiş.
Hayatta kalabilmek için yiyecek bulduğumuzda yiyebildiğimiz kadar yemeğe programlanmışız.
Bilgi de hayatta kalmak için en az yiyecek kadar önemli. Hatta belki daha da fazla.
Nerede avcı var, neresi yiyecek kaynağı, nasıl silah yaparız yaşamsal önemde.
Sosyal bir varlık olduğumuzdan, gruptan dışlanmak nerdeyse ölüme eşdeğer. Grup içi statünüz ne kadar kaynağa erişebileceğinizin temel belirleyeni.
Dolayısıyla, diğer grup üyeleri ne yapıyor, kim kiminle işbirliği içinde, kim kime saldırdı vb bilgiler hayatta kalma ve üreme şansını belirliyor.
O yüzden yiyecek bulunca patlayana kadar yediğimiz gibi, bilgi bulunca alabildiğimiz kadar almaya programlanmışız.
Diğer taraftan, iyi kalori kötü kalori farkına dikkat etmediğimiz gibi; gerekli bilgi gereksiz bilgi farkına da duyarlı değiliz.
Fast food ve çöp gıdalara düşkünlüğümüz gibi; yalan haber ve komplo teorilerine meraklıyız.
Dedikoduya o yüzden hayır diyemiyoruz.
O yüzden sosyal medya fenomeni ve influencer diye yeni meslekler türedi.
O sebeple hikayelerle kandırılıyoruz.
Çözüm ne mi ? Sağlıklı ve dengeli bilgi diyeti.
Belki zaman zaman da sosyal medya ve ana akım medya orucu.
Hepsinin üzerinde de eleştirel düşünme becerileri.
Bildiklerini doğrulamak, dopamin pompalamak ve egonu okşamak dışında sana bir şey kazandırmaz. Bilmediğin ya da hatalı olduğun gerçeği ile yüzleşme olasılığı acı verici olsa da; yeni şeyler öğrenme ihtimalini artırmak için bildiklerini yanlışlamaya çalış.
"Ben öyle olmasını istiyorum" veya "Öyle olsa mutlu olurum" benzeri ifadelerin; akıl yürüttüğün şey ne yiyeceğin veya nerede tatil yapacağın değilse, akıl yürütme sürecine herhangi bir etkisi ve katkısı yoktur. Çoğunlukla o durumlarda dahi tek belirleyen senin arzuların değildir.
İnanır ve inanmaya devam edersen gerçek olacak tek şey Peter Pan'ın dirilmesi. Motivasyon-aksiyon döngüsüne etkileri dışında, inanmanın var etme veya yok etme gücü maalesef yok.
Ruh halinin sonuçlar üzerinde etkili olduğu sınırlı durumlar hariç, olayları nasıl algıladığın realiteyi değiştirmez. Olsa olsa ruh haline bağlı tepkilerini şekillendirir. Histerik tepkiler vermen veya olayları budist rahibi dinginliğinde karşılamanın akıl yürütme sürecinde bir karşılığı yok.
Bazı durumlarda, doğru karar vermeye çalışmak yerine, yanlış karar vermemeye çalışarak, neyin konuyla alakalı olduğunu anlamaya çalışmak yerine, neyin alakasız olduğuna anlamaya çalışarak daha başarılı çözümlemeler yapmak mümkündür. Neyin yanlış olduğunu belirleyebilmek, her zaman için neyin doğru olduğunu belirleyebilmekten kolaydır.
Manifestonun önceki bölümleri :
https://etikedanismanlik.com/index.php/makaleler/item/118-kendime-elestirel-dusunme-manifestosu-1
https://etikedanismanlik.com/index.php/makaleler/item/120-kendime-elestirel-dusunme-manifestosu-2
https://etikedanismanlik.com/index.php/makaleler/item/121-kendime-elestirel-dusunme-manifestosu-3
https://etikedanismanlik.com/index.php/makaleler/item/122-kendime-elestirel-dusunme-manifestosu-4
https://etikedanismanlik.com/index.php/makaleler/item/123-kendime-elestirel-dusunme-manifestosu-5
Cetvelin doğruluğuna güvenmiyorsanız ve bir masayı ölçmek için cetveli kullanıyorsanız, cetveli ölçmek için de masayı kullanıyor olabilirsiniz.
Ludwig Wittgenstein'ın "Philosophical Investigations" kitabında irdelediği bu metafor, onun adıyla anılıyor.
Örneğin, TÜİK'in enflasyon verilerini, enflasyonu ölçmekten çok, TÜİK'i ölçmek için kullanıyoruz yıllardır.
Yandaş bir ekonomi yorumcusunun güncel yorumlarını, ekonominin son durumunu değerlendirmekten çok, yandaşın yandaşlık seyrini değerlendirmekte kullanıyorum ben.
Örneğin, seçim yenilgisi sonrası, ekonomideki kötü gidişin sonuçlar üzerinde etkili olduğunu söyleyen yandaş ekonomist, aslında ekonomi ile ilgili yorum yapmıyor. Kendisinin yandaşlığa devam edip etmeyeceğine ilişkin ara bir değerlendirme yapıyor.
Ayşe'nin Fatma hakkında söyledikleri, Fatma hakkında çok bir şey ifade etmez ama; Ayşe'nin kendisi hakkında çok şey söyleyebilir. (Ayşe'nin güvenilirliği şüpheli ise)
Demokrasilerde inanılmaz karmaşık vergi sistemleri ve devlet yardımlarına ilişkin düzenlemeler vardır.
Bu kadar karmaşık olması tesadüf değildir.
İktidarı elde etmek ve devamını sağlamak için güç bloklarına ve kilit destek gruplarına servetin dağıtılması gerekir.
Servet transferi diktatörlüklerde olduğu gibi ‘Ben sana verdim, oldu.’ şeklinde gerçekleşmez. Çünkü demokrasilerde, ordunun, yargının, hazinenin başındaki birkaç kişi değildir, iktidara yönelik gücün anahtarı.
İktidarın kilidi olan grupların vergi oranlarını azaltırken, bütün yükü diğerlerine yükle. Yardımları ise destekçilerine yönlendir.
Örneğin tarım desteği bir ülkenin ihtiyacı olan gıdayla değil, tamamen çiftçi bloğunun oyunun ne kadar önemli olduğuyla alakalıdır.
Çiftçi oyunun seçimi etkilemediği ülkelerde tarım yardımları yoktur.
Eğer bir blok oy vermiyorsa, örneğin genç vatandaşlar veya emekliler, onlara ödül vermeye gerek yoktur.
Sayıca çok olsalar bile gücü elde etmek için önemsizdirler.
Demokrasilerde, paraları, etkileri veya iyilikleri seni iktidarda tutacak kilit destekçilere (yandaş) ihtiyacın vardır.
Onlara, bir diktatörün yapacağı gibi, doğrudan para teklif edemesen bile; yatırımları için ayrıcalıklar yaratabilir, onların yazdığı kanunları geçirebilir veya onların hareketleri için hukuki dokunulmazlıklar sağlayabilirsin.
Hazineden doğrudan ödeme yapamazsın ama, hazine garantili ihaleler iş görür.
Onların vergi borçlarını affetmek de başka bir yöntemdir.
Hatta devlete olan ödemelerini de 20-30 yıl erteleyebilirsin.
Diğer taraftan, vergi oranları ile toplam gelirler arasındaki ilişkiyi iyi anlamak gerekir.
Zenginliği (devlet gelirleri) bir veya birkaç yeraltı kaynağına (petrol, altın vb.) dayalı ülkelerde vergi oranları düşüktür. Bu ülkelerde demokrasiye ihtiyaç yoktur. Diktatör zenginliği kilit destekçileri (yandaşlar) ile doğrudan paylaşır.
Demokrasilerde ise zenginliğin (devlet gelirleri) kaynağı üretken halktır. Halktan alınan vergilerdir. Ve üretken halk eğitimli ve bilinçli olduğu için yüksek vergiden hoşlanmaz. Üretmeyi ve/veya vergi ödemeyi bırakabilir. Ya da göç eder.
Bu sebeple, demokrasilerin vergi oranları, zenginliği yerden kazılan diktatörlükler gibi düşük iken, halka götürülen hizmet (hazineden halka harcanan kısım) diktatörlüklerden farklı olarak yüksektir.
Çünkü, iktidarı elinde tutanların zenginliği kendi destekçilerine dağıtmak için halkın üretmesine ve bu üretimden vergi alınmasına ihtiyaç vardır.
Demokrasideki yöneticiler için üretkenlik ne kadar fazlaysa o kadar iyidir.
Bu yüzden üniversiteler, hastaneler ve yollar yapar, özgürlükler verirler.
Kalplerindeki iyilikten değil, vatandaşların üretkenliğini dolayısıyla vergi gelirlerini arttırdığı için.
Vergi düzenlemelerine ilişkin güncel gelişmeleri bir de bu bakış açısıyla değerlendirmek faydalı olabilir.
Not : Bu yazıdaki görüşler, Bruce Bueno de Mesquita ve Alistair Smith’in “The Dictator's Handbook” kitabından esinlenerek oluşturulmuştur. Kitap her ne kadar politik güç için kurallara odaklanıyor olsa da, kurumsal liderlik dahil her türlü liderlik için uygulanabilecek tavsiyeler içermektedir.
Bugünkü sistem, dünya kaynaklarını ham haliyle değil de dönüştürerek (örneğin; yat, otomobil, cep telefonu vb) kullanmamız ve özellikle de zengin ayrıcalıklı sınıfın daha fazlasını kullanması üzerine kurulu.
Önceleri avcı toplayıcı olarak, doğal yoldan yetişmiş nebat, hayvan ve ham madenleri kullanmışız tarım devrimine kadar.
Tarım devrimi ile dünyanın kaynaklarını dönüştürerek kullanmaya başlamışız. Üretmek dediğimiz bu dönüştürme süreci hızlanarak devam etmiş günümüze kadar.
Avlanma ve toplamadan farklı olarak yapılan bu dönüştürerek kullanma işinde insan merkezde yer almış sürekli.
Sistem, üretimi insanlara yaptırıp, üretime yaptıkları katkıdan daha azını onlara bırakmak ve farkı, ayrıcalıklı sınıfların sömürmesi şeklinde süregelmiş o günden bugüne.
Feodalizm, monarşi, cumhuriyet, demokrasi kapitalizm vb ismi ne olursa olsun uygulanan sistemlerin hepsinde bu sömürü sistemin merkezinde yer almış.
Bu arada, üretimin insana olan bağımlılığı endüstri devrimi ile azalırken, makinelerin üretimdeki rolü artmaya başlamış.
AI devrimi ile geldiğimiz noktada, üretimde insana olan ihtiyacın sıfıra doğru gitmesi durumu söz konusu.
Peki bu olduğunda ne olacak? Her şey makineler tarafından yapıldığında insan ne yapacak? Sistem nasıl devam edecek?
Temel olarak üretimde sınırı belirleyen şey üretime katılan insan sayısı iken, o andan itibaren dünyanın kaynaklarının toplamı olacak.
Bugün dünya kaynaklarından alacağınız payı belirleyen şey para. Ne kadar paranız olacağı ise üretiminiz karşılığı size layık görülen gelirle belirleniyor. (Zengin doğmanız veya üretime katkınızdan fazlasını kazandığınız adaletsizlikler bir kenara bırakıldığında).
Üretimi makineler yaptığında, insan çalışmayacak ve para kazanmayacak anlamı taşıyor.
Bu durumda makinelerin ürettiği dönüştürülmüş dünya kaynaklarının ne kadarını kimin kullanacağına kim karar verecek? Yapay zeka mı? Bu makine ve otomasyon sistemlerini kuranlar mı?
Bu otomasyon sistemlerini kuranlar, sömüremeyecekleri bu insanların dünya kaynaklarından pay almasına neden izin versinler.
Bugüne kadar, üretime katkılarından daha azını verip aradaki farkı sömürerek kendi tüketimlerine eklemek için kullandılar bu insanları.
Kendi zenginliklerinin kaynağı bu insanlardan sömürdükleriydi. Kendi tüketecekleri dünya kaynaklarını dönüştürmek için insanlara ihtiyaçları vardı.
Artık tüketmek için insan topluluklarına ihtiyaç duymayan ayrıcalıklı sınıf neden dünya kaynaklarını bu fakir ve işlevsiz zavallılarla paylaşsın?
Not : Teknolojik gelişmelerin işsizliğe yol açacağına ilişkin yanlış bir inanış olduğu, aksine yeni teknolojilerin bazı işleri bitirirken yeni işler yarattığı şeklindeki Luddite Fallacy, eninde sonunda geçersiz hale gelecek. Her şeyin makineler tarafından yapılabileceği son noktaya giderken Luddite Fallacy doğru olabilir ancak, eninde sonunda o son nokta gelecek. Ve çok uzakta da gözükmüyor.
Beynimiz verdiklerimiz ve aldıklarımız arasında sürekli bir denge arayışı içerisindedir.
Verdiklerimiz ve aldıklarımız arasında rasyonel anlamda dengede veya artıda olmayan bir durumu devam ettirmekte zorlanırız.
Diğer taraftan, bu denge arayışı ve hesabı oldukça kişisel bir süreçtir.
Verilenler ve alınanlar arasında çevrim/değiş tokuş oranı (döviz kuru misali) herkes için farklıdır. Yani hesap herkes için görecelidir.
Dışarıdan bakan birisi tarafından ekside gözüken hesap; durumun öznesi olan kişi için artıda olabilir. Sebebi, dışarıdan bakanın çevrim kurları ile öznenin çevrim kurlarının farklı olması kaynaklıdır.
Diğer taraftan, hesap bizim için eksiye geçtiği andan itibaren, devam etmek için; sevgi, korku, yetersizlik vb duygulara ihtiyaç duyarız.
Başka bir ifadeyle, bizi irrasyonel bir şekilde harekete geçiren de, hareketten alıkoyan da duygulardır.
Duyguların yeterli gelmediği bazı durumlarda ise, kendini kandırma ustası beynimiz, çevrim kurlarını güncelleyerek bu sürdürülemez durumu katlanılabilir hale getirir.
Örneğin, haftada 40 saat vücudunuzu, beyninizi, yeteneklerinizi ve repütasyonunuzu kullandırdığınız işyerinden elde ettiğiniz maddi ve manevi haklar sizin için negatif bir denge durumu ifade ediyor olabilir.
Devam etmenizi sağlayan şey, daha iyi şartlarda bir iş bulamama korkunuz olabilir.
Ya da çalıştığınız kurumdaki ortamı/insanları sevdiğiniz için devam edersiniz.
Duygular yetersiz kaldığında ve değişim için motivasyonunuz olmadığında; durumu rasyonalize etmek için çevrim kurlarını güncellemeyi tercih edersiniz.
Belki de yetenekleriniz için belirlemiş olduğunuz çevrim kuru devalüasyona ihtiyaç duyuyordur.
Gençler için (Z kuşağı diyorlar) çevrim kurları, piyasadaki geçerli kurlarla uyumlu olmuyor çoğunlukla.
Yaşlılar (sisteme uyum sağlamış olanlar) "Z kuşağının beklentileri gerçekçi değil" diye yorumluyor bu durumu.
Her kuşak zamanla kendi çevrim kurlarını sistemin kurlarıyla uyumlu hale getiriyor.
Bu arada sistem kurları da kuşak değişiminden etkileniyor.
Kuşağın kurları sistemin kurlarına doğru yaklaşma eğilimi sergilerken, sistemin çevrim kurları da gelen kuşağın beklenti çevrim kurlarına doğru hareket sergiliyor.