Super User

Super User

 

Günümüz dünyasında başarının altın anahtarı kendimizi ve başkalarını harekete geçirmekten geçiyor.

 

Duyguların temel rolü de aslen bu.

 

Düşünmek, bilmek aksiyon almak için yeterli değil. Ateşleyici bir şeylere ihtiyaç duyuyoruz; olumlu veya olumsuz.

 

Rasyonel düşünen kişiler genellikle;

 

- Duygusuz,

- Empati yoksunu,

- Düşük duygusal zekalı

 

benzeri tanımlamalara maruz kalıyor.

 

Duygular yoluyla manipüle edilmeye gösterilen direnç sebebiyle, manipülatör tarafında yaşanan engellenme hissinin yansıması bu tanımlamalar.

 

Yani biri size duygu sömürüsü yapıyor ve başarısız oluyorsa, büyük ihtimal sizi duygusuzlukla suçlayacaktır.

 

Ya da karşılanmayan beklentilerin rasyonel bir sebebi olmadığında, beklenti sahibinin yaşadığı hayal kırıklığını gerekçelendirme ihtiyacının bir sonucu.

 

Yani mantıklı ve makul olmayan taleplerini geri çevirdiklerinizin, sizi empati yoksunu olarak tanımlamaları oldukça olasıdır.

 

Paul Maclean tarafından geliştirilen ‘Triune Brain Theory’; beynin bilişsel, duygusal ve yaşamsal fonksiyonları arasındaki etkileşimi anlamada iyi bir model.

 

Basit olarak beynin fonksiyonel üç katmandan oluştuğunu ifade ediyor.

 

1) Sürüngen Beyin (İçgüdüler, Hayatta Kalma)

2) Limbik Sistem ( Duygular)

3) Neocortex ( Konuşma, Mantık, Bilişsel Beceriler)

 

Bu üç katman farklı fonksiyonlardan sorumlu olmalarına rağmen, sürekli ve çift yönlü etkileşim halindeler.

 

Başka bir ifadeyle duygular, bilişsel fonksiyondan bağımsız ayrı bir yapı değil.

 

Kalpten veya bağırsaklardan çıkması/yönetilmesi söz konusu değil.

 

Duygusal zeka denilen şey de aslen, beynin duygusal bölümünün mümkün olduğunca bilişsel bölüm tarafından kontrol altında tutulması anlamına gelen bir kavram.

 

Cuma, 23 Temmuz 2021 09:23

AMAZON LİDERLİK PRENSİPLERİ

 

 

Benim ilk üçüm sırasıyla; 4, 12 ve 9 numaralı prensipler. 

Aslında hepsi özenle seçilmiş. Bugüne kadar gördüklerim arasında en ayakları yeri basanı.

Benim çevremde hakim olan;

- 'Liderlik tam olarak anlatılmaz. Ama görünce anlarsın',

- 'İnsanları kendi çıkarlarının aksine dahi olsa peşinden sürekleyebilendir.'

- 'Lider olunmaz, doğulur.'

- 'Yönetici ayrı, lider ayrı.'

- 'Sen bir anaaa..., sen bir babaaaa..., her şey oldun artık banaaa.'

benzeri tribünlere hitap eden ya da topu taca atan yaklaşımlara iyi bir alternatif.

Not :

1) Görsel İngilizce. Önce Türkçe bir görsel veya açıklama aradım. Birkaç çeviri buldum da aslen. Ancak, benim anladığımla yapılan çeviriler çok farklılıklar içeriyordu. Benim kendi anlayışımla çevirdiğimde dahi, ortaya çıkacak Türkçe metinden 15-20 farklı anlam çıkarılacağını düşündüğüm için orjinalini paylaşmayı uygun buldum. En azından orjinalini farklı yorumlayın.

2) Jeff Bezos ayrılmadan hemen önce 2 adet prensip daha eklenmiş. Bana göre onun onayladığı prensipler değil. 'Gitmeden bunları da ekleyelim de, onun prensipleri gibi gözüksün' amacıyla yapılmış bir hamle gibi düşündüm.

 

 

 

Çoğunlukla deneyimle öğrenen bir yapı kafamızın içerisindeki yönetici organ. Bizim gerçeğimiz denilen, dünya hakkında bildiğimiz her şey, deneyimlerimiz sürecinde oluşmuş olan anılarımız/hafızamız aslen.

 

Bunların bir kısmı bizzat öğrenme amacıyla katıldığımız süreçlerdeki deneyimlerimden edindiğimiz anılar. Kalan kısmı ise yaşamın ta kendisi.

 

Anıların/deneyimlerin uzun vadeli hafızaya atılanları oluşturuyor ‘Benim Gerçeğim’ denilen şeyi.

 

Sıkıntılı olan nokta, kafamızın içerisinde mükemmel bir kayıt cihazı olmaması. Hem algılama aşamasında (kameranın sensörü mükemmellikten uzak), hem kayıt aşamasında (hatalı capture yapıyor) problemleri var.

 

Doğası gereği insan algısı kusurlu (İllüzyonlar, algı kapasite sınırları, beyinde oto-işleme hataları vb). Gerçekte olan ile beynimizde algıladığımız farklılıklar içerebiliyor.

 

Kusurlu olabilen bu algılar, duygu, inanç, sezgi ve bilişsel yanılgı filtreleriyle çarpıtıldıktan sonra diğer anılarla karıştırılıp, birleştirilerek hafızada kayıt altına alınıyor.

 

Rasyonel düşünmenin bir bacağı da bu kusurlu yapı hakkında bilgi sahibi olmaktan geçiyor.

 

Bizzat kendim yaşadım diyorum yaa!!! Neyini anlamıyorsun ?

 

#EleştirelDüşünme #Hafıza

 

Linkedin profillerindeki unvanlara bakınca, bu yeni yabancı dili öğrenme ihtiyacı hissediyor insan. Linkedin unvan kısaltmaları dili.

 

Bazı kısaltmaları google’da arattığınızda dahi işin içinden çıkamıyorsunuz çünkü. Çocukken sakızlardan çıkan araba kartları misali biriktirilmiş unvanlar var.

 

Aristo’nun söz söyleme sanatının 3 temel ayağından biri Ethos. Söz söyleyenin güvenilirliğini ifade ediyor ve inandırıcılığa etkisi var.

 

Söylenen sözle bağlantılı akademik unvanlar güven veriyor genellikle. Ancak o durumda dahi tetikte olmak gerekiyor. Bilumum sabah programı uzman katılımcılarının söylediklerini ikinci bir süzgeçten geçirmek gerekiyor.

 

Bazı kişiler güvenilirlik derecelendirmesinde otomatik puan alabiliyorlar. İşyerindeki yöneticiniz veya patronunuz, sahip olduğunuz siyasi görüşün temsilcisi lider veya sevdiğiniz ünlü şahsiyetler gibi.

 

Söyleyenin kimliğinin rasyonelliğin önüne geçmesini engellemek için basit bir ön test var aslında.

 

Söylenen sözü karşı yakadan söylenmiş gibi canlandırmak.

 

Benzer duygular uyandırıyor ve aynı derece inandırıcı geliyor ise sorun yok. Aksi durumda eleştirel düşünme süzgecini devreye almalı ve kanıt aramalı.

 

Örneğin siyasi görüşünüzün lideri tarafından söylenen sözün, karşı siyasi görüşün lideri tarafından söylendiğini hayal etmek. AKP liderinin söylediğinin, CHP lideri tarafından söylendiğini kafanızda canlandırmak gibi ya da tam tersi.

 

Patronunuz/yöneticiniz tarafından ortaya atılan görüşün, size bağlı çalışan bir astınız tarafından getirilen bir görüş olduğunu düşünmek veya tam tersi.

 

Sevdiğiniz ünlü şahsiyetin reklamda önerdiği ürünü, nefret ettiğiniz ünlü şahsiyetin önerdiğini canlandırmak veyahut tam tersi.

 

Ordinaryus seviyesinde unvanlara sahip birinin söylediğini, köy kahvesindeki Mehmet amcanın anlattığını hayal etmek veya tam tersi.

 

 

Çarşamba, 16 Haziran 2021 11:40

TRİBÜNLERE OYNAMA – PATHOS

 

 

Liderlik, etkili sunum teknikleri, satışta ikna vb eğitimlerde ortak nokta tribünlere oynamak. Başka bir ifadeyle duygulara hitap etmek.

 

Herkes amaçlarına ulaşmanın peşinde etkili yöntem arayışında. Bu yöntemlerin karşı taraf üzerindeki olası olumsuz etkileri çok fazla sorgulanmıyor çoğunlukla.

 

Bunu biz yaparken, “Bizim her zaman haklı olduğumuza” ve “Aslen bizim faydamızın diğerlerinin faydasının üzerinde olduğuna” inanıyoruz. Zaten biz melek olmasak da, genel anlamda ahlaken iyi bireyler olarak tanımlanabiliriz.

 

Peki bizim duygularımız pompalandığında, bunun bizim için iyi olduğuna nasıl karar verebiliriz ? Sömürülmeye, kullanılmaya, yanlış yönlendirilmeye çalışılıyor olabilir miyiz ? Yapan bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde bizim faydamız ile ilgilenmiyor olabilir mi ?

 

Pathos, Aristo tarafından gündeme getirilmiş, etkili hitabet sanatının 3 temel unsurundan biri. Duygulara hitap etme olarak ifade edilebilir.

 

Hikaye anlatma, etkili görsel kullanımı ve nötr/soğuk kelimelerin duygusal olanlarla değiştirilmesi yoluyla ulaşılabiliyor.

 

Birisi hikaye anlatmaya başladığında, duygusal görseller ve laflar paylaştığında, eleştirel düşünme süzgecini devreye almak gerekiyor. Kanıt ve veri ile destekleniyorsa ne ala. Aksi durumda dikkatli olmalı.

 

Yalan olduğunu bile bile iltifat ve övgü beklemek, gerçekleştiğinde ise kendimizi iyi hissetmek gibi bir durum söz konusu olabilir bu konuda da.

 

 

Duygusal yükseliş durumunu yaşamanın verdiği haz, gerçeğin farkına varma motivasyonuna üstün geliyor olabilir.

 

Perşembe, 10 Haziran 2021 11:24

HİKAYE ANLATMA BANA - VOLVO FALLACY

 

İnsan beyninin rasyonel kılıfını delmenin en kolay yolu hikayeler.

 

Karşınızdaki hikayeye başladığında hemen gardınızı almanız önerilir. Özellikle konu sizin için önemli ve hikayecinin niyeti/çıkarı çok net değil ise.


İngilizcede “Anecdotal Evidence Fallacy” olarak geçen “Öyküsel Kanıt Safsatası”; tekil deneyimleri içeren öyküleri kanıt olarak göstererek genelleme yapma olarak ifade edilebilir.

 

Aşağıdaki anekdot benzeri akıl yürütmeler sebebiyle “Volvo Fallacy” olarak da anılmaktadır.

 

“Volvo’nun çok güvenli bir otomobil markası olduğuna ilişkin bir sürü şey dinledim. Ama komşum yeni aldığı Volvo’su ile kaza yaptı ve şu an hastanede yatıyor. Volvo benim için çöp. Alternatif listemde yer alması bile söz konusu değil…”

 

Başkalarının deneyimleri aslen öğrenme için iyi bir kaynaktır. Deneme yanılma yoluyla öğrenmeye göre daha az maliyetli ve daha pratik olabilir.

 

Kritik olan, tekil deneyimleri aktaran anekdotların;

-        Nesnel,

-        Test edilebilir,

-        Tekrarlanabilir,

-        İstatistik

kanıtlara tercih edilirken dikkatli olunması gereğidir.

 

Yeni uygulamaya alınan dijital platformun kullanım oranlarının düşüklüğüne ilişkin kurum içinde bir toplantı yapıldığını düşünün. Hedef kitlenin kullanmakta zorlandığına ilişkin bir görüş gelmiş olsun. Katılımcılardan birisi paylaştığı aşağıdaki anekdotu düşünün.

 

“Yoo… Benim kayınpederim kullandığını belirtti ve bir sorundan bahsetmedi. Kendisi yaşlı ve doğal olarak teknoloji ile arası pek yok.”

 

Portalın kullanımı kolay sonucuna doğrudan atlamak yerine, yapılması gereken bu konuda daha büyük bir kitleyi kapsayan araştırma yapmak olmalı.

 

Dijital platformlardaki yorum mekanizması, başkalarının deneyiminden faydalandığımız önemli bir araç. Buradaki fark, kolektif deneyimlerin iyi birer kanıt olmasından geçiyor.

  

Yapılan bir kısım deneylerde, ilk yorumun/değerlendirmenin pozitif olmasının genel değerlendirmeyi daha pozitif olarak etkilediği ortaya koyulmuş. Yorum ve değerlendirmeleri kullanırken dikkate alınması gereken bir detay gibi duruyor.

 

Anekdotlarla bezenmiş eğitimlerde de dikkatli olmak önemli.  Kendi gerçeğini, başından geçen istisnai bir deneyim üzerinden, etkinliği deneyimlenerek kanıtlanmış yöntem ve strateji olarak sunan çok sayıda konuşmacı ile karşılaşıyoruz.

 

Sallama dedektörünü devreye almak için bir diğer alan firma web sitelerindeki müşteri yorumları bölümü.

 

Kontrolün firmanın elinde olduğu firmaya özel web sitelerinde, gerçekçi müşteri deneyimlerini göreceğini ummak, en hafif tabiriyle naiflik olarak tanımlanabilir.

 

Çoğunlukla ısmarlama veya toplanan yorumlar içerisinden ayıklanmış yorumlar olacağını öngörmek için roket uzmanı olmaya gerek yok.

 

 

 

 

II. Dünya savaşı sırasında, Japon asıllı Amerikan vatandaşlarının Amerikaya ihanet edeceğine ilişkin bir kampanya başlıyor.

 

Kaliforniya valisi Earl Warren bu kampanyanın en büyük savunucularından birisi.

 

Kongrede yapılan görüşmelerde, Japon asıllı vatandaşlar aleyhine bu yönde herhangi bir kanıt olmadığı ortaya koyuluyor.

 

Vali fikrini değiştirmek yerine, bu durumun aslen en büyük kanıt olduğu tepkisini veriyor.

 

Rasyonel düşünme, ortaya çıkan her yeni kanıt sonrasında mevcut yargılarımızı lehte veya aleyhte kalibre etmemizi gerektiriyor.

 

Gerçek hayatta gözlemlediğimiz ise, kanıt hangi yönde olursa olsun, lehimize kalibrasyona meyilli olduğumuz.

 

Eğitim çözüm mü peki ?

 

Eğitim ve bilimsel okuryazarlık seviyesi yükseldikçe, kanıtları kendi temel dünya görüşümüz lehine yorumlamaya daha meyilli oluyoruz. Kanıt aksini söylese bile.

 

‘Science Literacy Paradox’ olarak tanımlanan bu durumu onaylayan akademik çalışmalar mevcut.

 

Görsel, Dan Kahan’ın ‘Bilimsel Okuryazarlık’ seviyesi ile ‘Küresel Isınma’ konusundaki kanıtları onaylama seviyeleri arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışmasının özeti.

 

Hem liberal demokratlar, hem muhafazakar cumhuriyetçiler için, ‘Bilimsel Okuryazarlık’ seviyesi arttıkça, kanıtı kendi görüşleri lehine yorumlama düzeyi artıyor.

  

Valinin tavrı komik. İhanete ilişkin bir hazırlık içinde olanların, bunu sinsi ve gizli bir şekilde yürüteceklerini ifade ediyor. Kanıt olmadığına göre ihanet planı gerçek.

 

Kanıt ortaya çıksaydı, o zaman böyle bir hazırlık içinde olmadıklarına işaret edecekti ve vali yanıldığını itiraf edecekti herhalde.

 

Şahsi fikrim, kanıt ne olursa olsun valinin fikrinin değişmeyeceği yönünde. Klasik politikacı tavrı. Her zaman haklı.

 

Sosyal medyada da benzer bir komedi yaşanıyor. ‘Bu kadar çok eleştiri almış olmam haklı olduğumu gösteriyor’ yorumunu sıklıkla görüyoruz.

 

O durumda çok fazla beğeni/onay aldığında haksız olması gerekiyor aynı mantıkla.

 

Rasyonel düşünmeden büyük çoğunluğun anladığı, ‘Rasyonel olan benim gibi düşünmen’ ifadesi ile özetlenebilir.

 

Demokratlar bilimsel okuryazarlıkları arttığında kanıtları dikkate alıyor, cumhuriyetçiler çarpıtıyor filan değil aslında.

 

Nükleer enerji ve kaya gazı konularında tam tersi bir durum söz konusu. Bu defa, cumhuriyetçiler kanıtları onaylarken, demokratlar kanıtları çarpıtıyor.

 

Yani olay bir dünya görüşünün kanıtlara önem vermesi, diğerinin ise dikkate almaması değil.

 

Kanıt ne olursa olsun, ben hangi kampa ait isem, durumu ona göre yorumlarım. Eğitim arttığında bunu daha keskin bir şekilde yaparım olayı.

 

 

Dediğim dedik, çaldığım düdük.

 

 

 

 

 

Gerçek özgüven, ortaya koyduğunuz karar ve yargılarınızın nesnel gerçekler ve kanıtlardan gelen iyi sebepleri olmasına ve bunun farkındalığına ilişkin bir kişilik özelliği.

 

Kendimizi kandırmada ne kadar ehil ve emin olduğumuzu yansıtan bir başka özgüven hali var. ‘Ego’

 

Hem bilmiyor, hem bilmediğini bilmiyor. Üstüne bir de son derece emin kendinden.

 

Aslen psikoloji bilimindeki tanımı farklı olmakla birlikte, özellikle kurumsal hayatta ‘Ego’ kelimesinin kullanımı yukarıdaki tanımlamaya daha uygun. Psikolojideki gerçek karşılığı ise ‘Positive Illusion’.

 

Tartışmalı da olsa, evrimsel psikoloji alanında çalışan akademisyenler, ‘Positive Illusion’ın ikna anlamında fayda sağladığına ilişkin görüşlere sahipler. Başka bir ifadeyle, gerçekçi olmayan bir özgüven dahi, sizi ikna edici yaparak grup içinde avantaj sağlıyor.

 

Dikkat edilmesi gereken 3 nokta var.

 

1) Kimlere salladığına dikkat et. Salladığın konuda grup ne kadar sofistike ?

 

2) Birilerinin çıkarına dokunacak konularda sallarken dikkat et. Boş salladığını ispat etmek için motivasyonu olanlar olabilir mi ?

 

3) Aksini ispat etmenin kolaylıkla mümkün olduğu konularda sallama. Örneğin, yarına mı, yoksa belirsiz geleceğe ilişkin mi tahmin yapıyorsun ?

Salı, 11 Mayıs 2021 09:28

YAPMAK YA DA YAPMAMAK - OMISSION BIAS

 

1)Corona olduğunu bilen bir çalışan ofise geliyor ve bir diğer çalışan bulaşan virüs sebebiyle hayatını kaybediyor.

 

2)Corona aşısı olmayı uygun bulmayan bir çalışandan bulaşan virüs sebebiyle diğer bir ofis çalışanı hayatını kaybediyor.

 

Daha klasik bir örnekte, buzul yarığına düşen bir tırmanışçının yardım çağırırsanız kurtulacağı bir senaryo düşünün. Yardım çağırmıyorsunuz.

 

İkinci senaryoda başka bir tırmanışçıyı iterek buzul yarığına düşürüyorsunuz.

 

Her iki senaryoda da düşen tırmanışçılar ölüyor. Hangisi ahlaki olarak daha kötü ?

 

Alternatif senaryolarda eşit sonuçlar ortaya çıktığı için, rasyonel olan ahlaki manada eşit olmaları. Ancak o şekilde değerlendirmiyoruz.

 

‘Omission Bias’, eşit olumsuz sonuçlar doğuran eylem ve eylemsizlik durumlarından; birincisini daha az ahlaki olarak yorumlamaya yönelik bir düşünsel yanılgı.

 

Bunun bir yanılgı mı, yoksa rasyonel olanın bu mu olduğu konusunda kişisel anlamda emin değilim.

 

Diğer taraftan, hem kurumsal firmalarda hem kamuda, bu yaklaşım sebebiyle harekete geçmeyen karar alıcılar ile karşılaşabiliyoruz.

 

Özellikle, eylem ve eylemsizliğin olası olumsuz sonuçları benzer olan ancak; eyleme geçildiğinde ciddi faydalar elde edilme ihtimali olan durumlarda bu şansı kullanmıyoruz.

 

Örneğin, testleri henüz tamamlanmamış bir ilacın ilk sonuçları umut verici. Testlerin tamamlanmasına en az 3 ay var.

 

Bu sürede en az 1.000 kişinin hastalıktan hayatını kaybedeceği tahmin ediliyor. Onay verirseniz % 100 bu 1.000 kişi kurtulacak.

 

Yan etkilerle ilgili %10 ihtimalle maksimum 1.000 kişinin ölebileceğini tahmini yapılıyor. %90 olasılıkla hiç ölümlü yan etki ortaya çıkmayacak.

 

Karar alıcı olarak ne yapardınız?

 

Çoğunluk 3 ay beklemeyi seçecektir. Yan etki ihtimali gerçekleşir ve yan etkilerden 1.000 kişi ölürse sizi çarmıha gererler.

 

Oysaki, en kötü ihtimal 1.000 kişiye karşılık 1.000 kişi.

 

 

Çoğu ülkede ötenazi yasak iken, ölümcül bir hastalıkta tedavi olmayı reddedip kendinizi öldürmeniz hak.

 

 

 

 

 

 

Olayların algılanan psikolojik uzaklıklarının, olaylara yaklaşımımızı etkilediğine ilişkin bir teori ‘Constural Level Theory – CLT’.

 

Psikolojik uzaklık ile; zamansal, mekansal, sosyal ve olasılıksal mesafe ifade ediliyor.

 

Uzak algıladığımız olayları daha soyut ve genel değerlendiriyoruz.

 

Diğer taraftan, algılanan psikolojik uzaklık yakınlaştıkça, olayları ele alış tarzımız soyuttan somuta ve ayrıntılara doğru odak değiştiriyor.

 

Önümüzdeki 1 yıl sonunda bitirilecek bir projede; olası zorlukları ve kritik pozisyonlara yerleştirebileceğiniz kişileri düşünürken, proje başarıya ulaştığında alacağımız övgü/terfii canlanıyor gözümüzde. Çok fazla ayrıntıyı yok bu aşamada.

 

Teslim süresine 3 ay kaldığında ise; ürünün rengi, ekibin kahve ihtiyacı, alt ekip liderlerinden birinin hamileliğinin kaçıncı haftasında olduğu benzeri ayrıntılar temel odak noktamızı oluşturuyor.

 

Bu durumda herhangi bir olumsuzluk yok aslen. Bilişsel ve duygusal kapasitemizin verimli ve maliyet etkin kullanımı için gerekli bir özellik.

 

Diğer taraftan, detaylar ve büyük resim arasında kolaylıkla ve gerektiğinde geçiş yapabilmek, karar alıcılar için önemli bir yetkinlik.

 

Ayrıca, irrasyonel kararlarımız için olası bir kısa yol daha.

 

-        Davulun sesi uzaktan hoş gelir.

-        Bekara karı boşamak kolay.

-        Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.

-        Tok açın halinden anlamaz.

 

atasözleri ile akademik olarak incelenmesinden çooook öncelerinde tespiti yapılmış bir olgudur aslen.

 

Uzakken farklı bir düzlemde değerlendirip yargıladığımız olaylardan, işin içine girince pişman olmamızın sebebini açıklayabilir mi ?

 

İş pratiğe geldiğinde ideallerimizden vazgeçmemiz; aslında döneklik değil de, beynimizin bu özelliği olabilir mi ?

 

Bencilce davranıyor diye yargıladığımız bazı insanlar; aslen konuya psikolojik olarak uzak oldukları için mi öyle davranıyorlar acaba ?

 

‘Ucu kendilerine dokunmuyor veya dokunmayacak diye düşünüyor’ şeklinde yargıladığımız insanlar aslen duygusuz olduklarından değil de; beyinlerinin bu doğal çalışma şeklinin etkisinde mi öyle davranıyorlar ?